Ægroto dum anima est, spes est. (Erasmus, Adages, 2.4.12)

30 Kasım 2011 Çarşamba

gökyüzü defni

11/30/2011 09:26:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments

herkes hayatını farklı şekillerde kazanır. çok zamandır yapıyorum ama hâlâ arka arkaya sigara içmeden olmuyor. belki de bu yüzden bırakamıyorum sigarayı. çokları stresten içer bunu, bense daha kolay bir yol bilmediğim için.

- baban öldü.
- ne diyorsun lan sen!

hayır, tüm samimiyetimle. ben fazla bir şey hissetmiyorum. sefalet, nefret ya da sıkıntı değil. zaten dünyada mutsuz olmak için ne var? ben sık sık bu konuyu merak etmem ama şimdi ve sonra hakkındaki hayallerim sürekli bozulur. neden, neden üzgün olmalı? 'amnezi' denilen bir şey varmış. ben önemli bir şey hatırlamıyorum ya siz? tam olarak ne oldu bana? ben kaybettim ne oldu? sonunda. hiç önemli değil varsayalım. bilerek ya da bilmeden.
üzgünüm, şimdiye dediklerim çok mantıksız. ben sık sık, hatta çoğu zaman düşünmek için kendimi çok yorgun hissediyorum. belki sadece yorgun değilim. çoğu 'insan duyguları' bende aşınmış. bu gibi olmak istemiyorum. gülümsemek istiyorum, ben her şeyden önce geri dönmemek üzre gitmek istiyorum. geçmişte yaptığım gibi. 


- trafik kazası. bağlarbaşı civarında.
- senin ağzını yüzünü...

henüz gitmiyorum. karşımdaki tam olarak bilmeden, idrak etmeden ayrılamam. bana vurmaya başlıyor, sonra yere yığılıyor. içinde ölmemiş bir parça kalmamalı. kural bu. yoksa o uğursuzluk beni takip eder. bir sigara daha yakıyorum.karşımdaki parçalara ayrılmalı, her parçası sevdikleri trarafından, samimi olmayan içi boş taziyelerle yenip bitirilecek hale gelmeli.
 
on sekizimden bu yana bu işi yapıyorum ben: insanların yakınlarına söyleyemedikleri şeyleri söylemek için para alıyorum. babam sağolsun. annenin bedduasını sütü karşılarmış, babanınki deler geçermiş. iflah olmadık sonra. hiç bir yerde kartvizitim yok. olması da mantıksız. onlarla konuştuktan sonraki hayatlarında beni öldürmek isteyen insanların beni bulması iç açıcı değil. zaten iş açıcı değil, tuz biber olmasın bir de.

sıkça gökyüzü defini yapılan yerlerde ve zamanlarda, akbabalar cesedin tümünü bitirmeyip geride kemik dışında kalıntı bırakabiliyormuş. inanışa göre böyle bir durumda, yırtıcıların geride vücut parçası bırakması uğursuz bir alamet olarak sayılırmış. işte ben, üniversiteye gideceğim vakit babamla tartıştığım zaman da böyle bir şey oldu, gidersen beni ölmüş say dedi, cekedimi alıp çıktım. onda bana ait olan parça ölememiş, kanından canındanım çünkü.

aldığım paraya değmez.

25 Kasım 2011 Cuma

yazmak

11/25/2011 12:02:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic , No comments


“ne bana anlamsız gelen seçkin bir azınlık için, ne de 'yığınlar' diye bilinen şu göklere çıkarılan ideal platoncu kendilik için yazıyorum. demagogların sevdiği her iki soyutlamaya da inanmıyorum. kendim ve dostlarım için ve zamanın akışını yumuşatmak için yazıyorum.” *

herkesin bir yerlerde takıldığı gittiği şu vakitlerde, daha önceden gezme limitimi kullandığımdan oturup yazıyorum, kendim için zamanın geçmesini hafifletmek ve ferahlamak adına. ama insan yazarken düşünüyor, düşündükçe gerisi de geliyor, duramıyorsun. en nihayetinde ya bilgisayarın başından kalkman gerekiyor ya da yazıp yazıp kafanda bir sürü düşünce ile gücünün yettiği son noktada bırakman gerekiyor.

gündemin sana uymadığı vakitlerde, yazamamak iç bunaltıcı oluyor. yazdığınızda ortaya çıkanlar ise size güzel gelmiyor. hava güzelken kitap okunmuyor da, hava kötüyken de iç bunaltısı geliyor çok zaman. işte bu çerçeve herkesi zorluyor. o yüzden rutin'e alışıyor ve düşünmeyi terketip her şeyi reflekse indirgiyor insanlar. hemen hemen herkesin varabileceği kanılara ulaşmak için kendini neden zorlayasın? zaten sıkışık bir otobüste belin ağrırken en son yapacağın şey düşünmektir.

insanın düşündüklerini kaydetmesi kendisi açısından önemli. yapısı itibariyle fasit daireye düşmeye meyilli varlıklarız. bundan dolayıdır ki, sürekli aynı şeyleri düşündüğümüzü sanıp, bir adım ilerleyemedik diye kızarız kendimize. oysa yazsak ve bunları saklasak, daha farklı konulara yelken açma imkanımız olacaktır mutlaka. eski yazılarımıza bakınca, gene kendimizden referansla farklı şeyler diyebileceğimiz aciz halimizden dem vurarak.

insan; resimleri, en sevinçli anları dahi unutulmaya, silikleşmeye mahkum bir varlık olarak, düşündüklerinin ayrıntılarını kaydetmelidir. düşüncelerimiz ve onların bizdeki uzantıları daha çabuk kaybolma yetisine sahip.

* borges

11 Kasım 2011 Cuma

11.11.11 cuma namazı çıkışında basına verilen beyanat

11/11/2011 01:23:00 ÖS Posted by mistrafantastic 2 comments
- sayın ali berkay nasılsız?
- önce bir selam verin.
- selamın aleyküm.
- ve aleyküm selam. şimdi soruları alalım.
- efendim bu haftaki cuma nasıldı? genel olarak görüşlerinizi alalım.
- öncelikle zammı sure seçimleri gayet güzeldi. müezzinin bir dakikalık gecikmesi dışında önemli bir hata yoktu.
- caminin lokasyonu hakkında neler düşünüyorsunuz?
- efendim caminin lokasyonu iyiydi. girişlerde problem olmasa da çıkışlarda büyük problemler yaşandı. diyanet cumayı bir daha buraya vermeyebilir bu sebepten.
- imamın performansı nasıldı?
- efendim imam yaşını başını almış bir insan. çok da fazla birşey beklememek lazım.
- peki cemaati nasıl buldunuz?
- daha iyi olabilirdi. tesbihatta tesbihlerin bloklar arası geçişinde problemler yaşandı. bunlar modern namazda önemli.
- kendi adınıza neler diyebilirsiniz?
-efenim elimizden geldiğinde tadil-i erkana uyduk. safımdakilere de dikkat etmeye çalıştım.
- son olarak söyleyeceğin birşey var mı?
- önümüzdeki namazlarda daha iyi performans sergileyeceğimize inanıyorum. hayırlı cumalar tekrardan.
- evet efendim cumadan sonrası ali berkay'ın görüşleri böyleydi. mustafa söz sende.

10 Kasım 2011 Perşembe

gözlerim mi, hangisi ?

11/10/2011 09:37:00 ÖS Posted by mistrafantastic No comments

 "ya şarkı çok kısadır ya da mezarı çok uzağa yapmışım" (deli emin/vizontele)


insanlar sadece hüzünlendiklerinde sanat müziği dinlerlermiş. bazı şarkıların arağnamaesi çok güzel olurmuş. sonradan öğrendim ki arağnağme çok kullanılan bir kelime değilmiş. kullanan şöyle bir uzaktan süzülür, hadi canım sen de bakışı atılır ve ters yöne doğru uzaklaşılırmış.gene de münir nurettin selçuk olmasa çok duygu eksik kalacakmış.

her şey yapılabilirmiş bir ağaçla. bir kalemlik, bir ok mesela. bir kalemlik çocuğun masasında güzelken, bir kızılcık öğretmenin elinde çirkinmiş. her şey gelir geçer, insanlar biribirlerini tahta olmakla itham ederlermiş. lakin tahtalar bile şekillenip, değişebilirken, insanlar değişmezmiş.

yorgunluğu alırmış çay ve son dönemlerde üzerine şiirler yazılmış. kimisi için hâlâ siyah olarak varlığını sürdürse de, kimisinin hararetini alan, kimisinin muhabbet ehliymiş. çayla alakalı çok deyim, güzelleme bulunsa da en güzeli şöyleymiş: çay deyip geçmemek, çay deyince durmak gerekirmiş.

çok sinirlenip susulmazmış, bağırmak efendi insana yakışmazmış. büyük de olsan küçük de olsan alttan almak ve üste çıkarmak gerekirmiş. ağır başlı olmak ama kafayı dengede tuabilmek önemliymiş. bazıları diğerleri daha eşitmiş. tüm büyükler otururken ancak insanlıktan çıkılıp, eve gidilebilirmiş.

meteoroloji çok az yanılırmış, ama kimse de gidip intisap etmezmiş. zaten onlarda böyle şeyler beklemezlermiş. en çok havanın soğuk olduğu zamanlarda insanlar sevmeye alışırmış, bahar aylarında bazı şeyler gevşermiş. o gün birinden hoşlanacaksanız hava durumuna göz atmak gerekirmiş. hiç hoşlanacak havanızda değilseniz, yağmurlu ve kapalı havalrda dışarı çıkmamak, gevşeklikten hoşlanmıyorsanız yazları tek başınıza yürümemek elzemmiş.

"- senin de gözlerin güzel
- gözlerim mi, hangisi ?"

çizim: melih tuğtağ.