Ægroto dum anima est, spes est. (Erasmus, Adages, 2.4.12)

28 Haziran 2010 Pazartesi

çekip gitmek sıkar biraz

6/28/2010 11:56:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments
ister istemez bakıyordu boşluğa, onu çeken bir şeyler var gibi. yavaştan bir ud sesi geliyordu, yanık sesli birinin eşlik ettiği. o olsaydı bayılırdı bu arabesk müziğe, bana rağmen. aşk nefrete yakındı çünkü.

bir yarım saat sonra gelecekti, elleri titriyordu sigarayı yakarken. çay ocağına oturdu otogarda. mektubunu alıp almadığını bilmiyordu. ne yapacağını da. gelmişti ne yapacağını bilmeden. yaralarından bahsetmişti mektubunda, onun açtıklarından. dedesi demişti: "insan kendi yaralarına kabuk olamaz."

beklentileri karşılamaktan uzak bir görüntüsü vardı belki de, çay gibi. sönen sigarayı bastıktan sonra tablaya bir tane daha yaktı, geçmeyen dakikalar ve bitmeyen düşünceler vardı dumanında dağılan. oğlunu uğurlayan babanın gözünden düşen bir damla yaşı takip etti yere düşerken. dar bir sokakta bir artı bir eve taşınacaktı bugün. annesine ve kardeşine veda etmişti. ondan kendisini götürmesini isteyecekti bugün, acıtsa da bu çılgın dünyaya vermemesini isteyecekti.

"beni vur beni onlara verme..."

aşık olduğu vakitlerde ona inat soğuk havalara kucak açan istanbul, yalnız olduğu günlerde açık hava sineması gibiydi. sormak istiyordu ona: "şimdi mutlu musun istanbul, söyle! kandırdın beni."

gelmişti. gözüm gözlerinde, baktılar mı içim titriyor, hissediyorum, bir adamın içinin titremesi iyiye işaret değil. rüzgar dalgalandırıyor saçlarını. her saç teline bir yaramı bağlıyorum, böyle hayran hayran seyretmek iyi değil.

- "sen burada mısın?" alaycı değildi. endişeliydi, ellini tutmuştu.
- "evet buradayım." ayağa kalkmıştı, sol elindeki sigarayı avucunun içine çekmişti. rüzgar vardı.
- "mektubunu aldım çok endişelendim senin için." o yüzüme bakıyordu benim, bense yere..
- ...
- "seni seviyorum artık. gerçekten." işte burada yalan söylüyordu.
- "hayır, sen beni değil yaralarımı seviyorsun." sigarayı tuttuğu elini yumruk yaptı. bir sızı kapladı tüm vücudunu. elini çekti. elinin sızısından gözleri dolmuştu.
- "yapma, lütfen..."

ufak bir not sıkıştırdı eline. arkasını döndü ve gitti. rüzgar vardı, babasından aldığı saçları dalgalanıyordu. sol elini açtı ve sönmüş sigaranın bıraktığı ize baktı avucundaki. bir tane daha yaktı.

geride bıraktığı nota baktıktan sonra ağlama sesleri geldi arkasından.

"o gün seni dönüşsüz bir yola uğurladım, ardından el sallamadım hiç, kural böyleydi. dönüşsüz ve duraksız yolun umarsız yolcusuna el sallanmaz, ağlanırdı. ağlayamazdım ben. dünyada uğruna ölünecek bir kadın yok. ama ben senin için bir kez daha ölürdüm isteseydin. hoşçakal."

greenday dinleyip, yüzüstü yatıyorum hâlâ. topunu alıp giden sendin her seferinde, bu sefer de ben gelmiyorum, kal öyle.

aramızda saatler vardı eksiden..

sen gittin ve kendimi başka yaralara kabuk olurken buldum.

ben çekip gidemem, sıkar biraz.

23 Haziran 2010 Çarşamba

bir devam yazısı

6/23/2010 12:05:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments
unutmak için yazarsanız bazen, yazılan kelimeler o yüzden siyahtır. mürekkep cızırdadıkça kağıdın üzerinde bir rahatlama hissedersiniz. tokasından gelen metalle karışık kokuyu yazarsanız belki, ama her giydiğiniz gömleğin cebinde onun tokasının olmasını anlatamazsınız. hissetmek için kazımak gerekir çünkü.

açık pencereden gelen yağmurun kokusunda onun kokusunu arasınız.

dökülen saçlarım sen ellerinle tararken daha güzeldi oysa. şimdi fotoğrafların eskimeye başlamış köşelerinden. sen gitmeden seni iki kişilik sevmeliydim belki de, bu kadar yük olmamalıydım sana.

kediden korkan kardeşim kadar korkuyordum seni kaybetmekten, kapıyı vurup gittiğinde kendi köşemde büzüşüp kaldım. uzun yazmadan uzaklığı ifade edemedim hiç. saatleri sen yokken durdurdum, seni hep güzel hatırlamak için. seni bir öğle ezanı vaktinde sultanahmette gördüm, ben yirmi bir olduğumda. şadırvanın köşesinden izledim seni, etrafındaki her şey bulanıklaşıp giderken. hayat memat meselesi gibi baktım, ekmek su gibi baktım sana, iyi ki görmedin beni.

- yıktın harap ettin kendini be, ne demiş şair;

"birşey diyeyim mi sana oğlum?
şimdi dönsen buralara
ne gidilecek bir yol
ne uğruna ölünecek bir kadın
ne de sabaha kadar konuşarak sana vaadettiklerim
"

öyle sözler ediyorlar ki bu şairler, seni görmeden, beni anlatan.
öyle cümleler var ki şu dünya da, seni sevmeden, beni yaralayan.

"kandırdım seni oğlum
parayı dert etme diye
yok öyle birşey, başarısızlık diye
illa da başkası olmaya çalışma salak gibi
bir kadın için ölme diye

kandırdım
"

[link] 

22 Haziran 2010 Salı

yakından bakanların göremeyeceği ölü bedenler sergisi

6/22/2010 12:10:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments




hepsi birbirinin aynı susuzluğun
tüm hava muhalefetine rağmen görüyorum
bir yarım ay geçiyor önümden
hayal kırıklarından kraterler, sıcaktan su toplamış
sovyet yapımı keskinlikler var maviliklerde.

onlarca böceğin doluştuğu bir kanal gibi sessizce akan kalabalık. önce böcek olmayı kabullenip sonra da bağırıyorlar bizi ezdiniz diye. çok zevk vermeyen uykuya benziyorlar, gözlerinin altında torbalarla.

hiçbirşeyin iyiye gitmediği aksine her şeyin kötüye yol aldığı sessiz bir kadıköy sabahı. i̇çindeki faturaların şişkinleştirdiği cüzdanlarla toplu taşıma araçlarında onlarca heyecanını kaybetmiş ruh. bir semtin ırzına geçmek tabirini kullanmak geçiyor içimden.

mümkün olmayanı aramayanların monotonluğunun sel gibi aktığı sokaklar var, gün ışığının tek anımsattığı işe gitmek. haber spikerlerinin sayın dediği onlarca kişinin dümdüz yaşamları: çocuğumuz parkta oynasın, biz tozlu sokaklarda büyüdük...

ölü bedenler sergisi
lümpen ruhlarla dolu yollarda
ünsüzlerin tören geçidi
muammadan öte halktan ziyade.

eski model fotoğraf makinelerinde çekilen fotoğrafın her şeyine müdahale edebilen fotoğrafçılara benzeyen siyasilerin her tarafını didik didik ettiği, asgari ücretle kontrol edilen benlikler. diğerleri.

tuğlaya vuran güneşin ışığında, iki şekerli çay ve simit işten önce onlarca kişinin yediği. buradayım demenin sorumluluğunu kaldırmayarak, başını öne eğerek giden onlarca yanmış yüz, alacağı değil borcu olan.

uzun ve meşakkatli sessiz bir sokakta saat ondan sonra kapanan ışıklar, yarını düşünmeden üzerine yorgan çeken minicik bedenler.

yazmak yerine yaşamayı tercih edenler var. saygı duyulmalı. yaşamak yerine yaşatmayı tercih edenler ebeveynler var, dualarda unutulmaması gereken. faturalarının şişirdiği cüzdanlar var, borçlara eda nasip edeni unutanların.

yakından bakanların göremeyeceği
derinlik sarhoşluğu, musluğundan ezan akan sokaklarda
bir iç arınma sesi
muhakemesiz, susayarak aranan.

yaraları ve yara kabuklarını yaratana şükürler olsun.

18 Haziran 2010 Cuma

ikinci tekil şahsın karaciğerinden bir kadın

6/18/2010 11:10:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments




İkinci tekil şahsın karaciğerinden bir kadın: 
Kara gözlü, karakaşlı, kara saçlı, 
İntizar ömrü avare 
Manidar kâmil insan, 
Ve rüçhan bir inziva. 

Muhteviyatı yek mecazî, 
Kalemden gelme. 
Elindeki sevgi nispi, 
Muhteviyatı kısmî. 

Nevâ inzivadan haykıran 
Fezalara ask-i berhaneyi taşıdım! 
Muhtevîyim; 
Lal mi oldu elem-i aşk hazanda 
Yok mu bana bir devâ! 
Lisan-ı halim müspet, 
Ervahim iki büklüm…

17 Haziran 2010 Perşembe

toprak kortta z raporu

6/17/2010 09:53:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments
yaraları ve yara kabuklarını yaratana şükürler olsun
olmadığında kanayan yaralarımız, aklımıza gelmeyen
bir "ah!" dediğimizde mıh gibi çakılan beynimize
emboli olan ruhlarımızın zincirlerini kıran.

güzelliğine benzetme bulamadığımız boğazda boğazlanan
gemilerin dumanı hala kahverengi, orhan velinin istanbulunda,
balık ekmek kıyılarda.
sakıt bir aşık; bir kaç satır boşluk mezar taşında.

seni sevmek ne güzel ibadettir,
hatalı sollama yaptığım toprak kortlarda
ceza puanları bileğime kesilen.
kirli bir yeşil gözlerinde
pastel boyaların yitirdiği güneş yanıkları
her tellenen sabotajın sonundaki acı tad gibi,
sönen molotof kokteylinden çıkan son duman gibi,
pencere pervazında, z raporu önümde; kart geçemiyoruz...

bulunma ekinin eksik olmadığı yazılar okudum yokluğunda
çok ve li şiirler, okurken soğuk aldığım, cereyan yapan ciğerlerimde.

bir anma programı düzenleyeceğim kendi adıma
iyi bilirdik diyenlerin yalan söylediği
kefenimde sigara kokusu
senin ellerindeki fesleğene karşılık
karşılıksız çek benimkisi;
kadifeden kesesi.

bozuk bir hayat da iki kere doğruyu gösteriyordur belki
yakıp geçen safarilerde sırıtan sırtlan
kesilen kesik, kanayan kanatan.
yaraları ve yara kabuklarını yaratana şükürler olsun.

banliyö meselesi

6/17/2010 08:34:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments


olum iyi bak dayına, bu son görüşün olabilir.
muhsin akpınar.


dağılıyordu dünya ve ben birleşiyordum,
kitaplığımda onlarca ayraç, hiçbir kitaba ait olmayan;
otorite olana kadar.

dokuz sekizlik ritimlere alışamadım, tren sesi daha güzeldi
kesik kesik gelen rüzgârın eşliğinde elimde nüfus cüzdanı,
bağlı ol(a)mayışımı simgeleyen.

rahatsız ve aksak bir amatör sevdaydı bizimkisi,
bir günümüz geçmezdi şiirsiz, ama fon
mütemadiyen sessiz,
vurguları bana ait.

aştığın uzaklarda sana yakın yerler varken
asfaltın kenarından fışkıran yeşilliğe inat, sessiz
ve sade
bir sen sesi, bana karışan.

babalar erkek çocuklara terk edilmeyi öğretmezdi, develer tellal
ve pireler berberdi, saçların inatla düzelmezdi.
cam açıksa cereyan yapardı çünkü...

kâğıt kesiği mi yoksa jilet kesiği mi diye sorsalar
nereden kestiğine bağlı derim, daktiloda
boşluktuşubozuk.

yıllardır o kafasını indirdiğinde baktığım, günler sonra
benim ineceğim durakta inmiş, ben
treni kaçırmışım;
artık çok geç demek için çok erken olduğunda.  

3 Haziran 2010 Perşembe

sonlar hiçbir zaman iyi değildir

6/03/2010 09:46:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments
hayranlar için böyledir en azından.

yazar kahramanı kurgular.

kahraman, doğar, aşık olur, dayak yer, ayağa kalkar, tekrar dayak yer, bu sefer dinlenir, tekrar kalkar, sevgilisinin yanına gider, öper, üzülür, sevinir, güler, kızar, tokat atar, bazen yanlış kişiye atar, hastanelik olur, doktordan hoşlanmaz, hastaneden kaçar, araba çarpar, tekrar hastaneye döner, bu sefer hoşlanır doktordan, taburcu olur, eski sevgilisinin yanına döner, gittiklerini görünce üzülür, sigara içer, nargile sevmez, kumara bulaşmaz, sevdiğini arar, silah bulur, savaşır, arar, iz sürer, bulur, dövüşür, yere düşer, kalkar, yener, kızı alır, eve döner, düğün olur, yeni evine gider, geceyi geçirir, sabah merdivende ayağı kayar, düşer, ayağı kırılır, hastaneye gider, doktoru tekrar sever, boşanır, doktorla evlenir, iyileşir, epinefrin iğnesini unutur, kalp krizi geçirir, ölür.

yazar boşluk bırakır.

hayranlar kötüdür. okurlar, severler, poster alırlar, her şeyi takip ederler, kahramanı severler. ama boşlukları görürler, eleştiriler, sevmezler, takdir etmezler, mutlu olmazlar, daha fazla isterler, sonların kendilerinin olmalarını isterler, sonlar istedikleri gibi olmaz, kızarlar, bağırırlar.

yazar kendi kahramanlarını efendisidir. hayranlar problem çıkarır. son yazarın istediğidir. efendi ne isterse o olur.

yazar doğdu, sevdi, aşık oldu, gezdi, araba aldı, tekrar aşık oldu, kanserden öldü. son.

eser miktarda yalnızlık solumak

6/03/2010 09:16:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments




kelimelerin eskimediği o günleri nargilenin dumanıyla örterken hatırladığınız o başarısızlıkları, yastığınızın altına saklarsınız daha fazla acıtmasın diye ruhunuzu. devrik cümlelerle anlatmaya çalıştığınız haliniz, çok uzaklardaki mutluluğa göz kırpar sizin yanağınızdan bir damla yaş süzülürken.

sövmekle sövmemek arasında gidip gelirken, sağdan soldan atılan silahlara anlam veremezsiniz. birinin üzüntüsünün birinin sevinci olması anlamsız gelir. sizi uğruna terkettiği insan sizin üzüntünüzü kendi sevinci yapmıştır çünkü. sinirle nargilenin marpucunu fırlatıp bir sigara yakarsınız, yanınızdaki de yakar, ayrı alemlerde eser miktarda yalnızlık solumanın sonucudur bu.

en sert ritimlerin kulaklarınızı tırmalamasına izin verirsiniz, gözlerinizi kapatıp koskoca bir sahnede olduğunuzu hayal edersiniz. koskoca sahnede yalnız olduğunuzu görürsünüz, herkesin size iğrenmeyle baktığını... size uzanan bir el ararsınız umutsuzlukla, onu da göremeyince sahnenin arkasından sıvışıp, tek başınıza odanıza çekilirsiniz. gelen geçen arabaların sesine aldırış etmeden sağınıza yatıp nerede hata yaptığınızı bulmaya çalışırsınız. tekrar bulamama başarısızlığını yaşadığınızda uyku girmeyen kıpkırmızı gözlerinizi açıp yataktan kalkarsınız.

sessizce bir sigara yakarsınız, içinizde bulunan herşeyin acısıyla. gözlerinizi açarsınız, garson mekanı kapatacağını söyler, hesabı ödersiniz, yanınızdaki arkadaş da sizden ayrıldıktan sonra, sokak lambalarının ışığında ağzınızda sigara, elleriniz ceplerinizde, hiç bitmeyecek gibi gelen bir yolun, kim bilir ne zaman yapılan kaldırım taşına yığılırsınız.

gerilen kaslar rahatlarken, balkonsuz bir ev olmaz diye düşünürsünüz, yaşasın toprak kokusu...

rahlenin öte tarafında duran gül

6/03/2010 09:09:00 ÖÖ Posted by mistrafantastic No comments






keskin bir kokunun ardından duyduğunuz o son nefeste ya bu aldığım son olabilir korkusunu yaşamadan anlamayacaktım senin gittiğini. nefessiz kalmalarımın nedeni senken cebimdeki silahın içindeki kurşunun sebebi de sendin, sen bunları bilemezdin, sol şakağımdan kanlar akarken. rahlenin öte tarafında oturan bir öğrenciyken ben hocadan yediğim tokadın haddi hesabı yoktu bütün üstü kapalı göndermeler sanaydı, şiirlerim çok tutulmazdı ben yaşarken. öldüm ve mezarımdan çıkan bir ağacın bir yaprağı oldum. ağaç dahasonra bir parka taşındı. daldaki yapraktm artık, o yana bir bu yana sallanırken ben senin sevdandan, o daldan koparsam kuruyacağımı biliyordum. hiç kimsenin geçmediği o ağaçlı yolun en ortasındaki bankın altında kurumaya terkedildiğimden beri bahara inanmıyorum, üzerime tereddütsüz basacak bir ayakkabıyı beklemelerim gittikçe uzuyor.

vazgeçtim artık beklemelerden ve o fotograf çekildi içinde sadece benim olduğum, son baharı simgeleyen. benim izinim olmadan çekilmiş fotoğrafım insanları büyülerken ben yalnızca ama yalnızca seni düşlüyordum, fonda sadece gitar sesi, kesik kesik gelen. esen rüzgar sessizliği taşırken durduğum bankın altına, fotoğrafım bir galeriden diğerine gidiyordu. bir halimi hatırımı soran olmadı, en sonunda genç biri geldi çıkardı beni oradan bir günlüğün içine. sevdiği kişiye yazdığı şiirlerle yanyana durdum günlerce, kendi acım yetmezmiş gibi, bir de onun acısını çektim istemeyerek. bağırdım beni buradan çıkarın diye, sesim duyulmadı o günlüğün acı dolu sayfasında.

artık kurumaya başlarken gittikçe hızlanan bir şekilde, bazen sayfalar açılıyordu sessizce, gecenin bir vakti. ağlamalar ıslatırken günlüğün sayfalarını benim sayfamın açılmasını, az da olsa bir ışık görmeyi bekliyordum ben. günlerin nasıl geçtiği anlaşılmıyordu karanlıkta, ama uyuyamıyordum da artık. en sonunda günlüğü açtı biri hunharca, yırtarcasına çevirdi sayfalarını. benim olduğum sayfaya gelince durdu, beni bir kenara itti, şiiri okudu ve beni aldı. her an kırılıp bin bir toz parçasına ayrılabilirdim ama sıktım kendimi kırılmamak için.

bir gülün dibine bıraktı beni, sonra da güle su verdi, kıpkırmızı yapraklardan birine geçti ruhum. günlerce ışığın tadını çıkardım, insanların bana hayran hayran bakışı gördüm. sonra bir bağ makasıyla kesti beni günlüğü açan adam, sevdiğine verdi, su dolu bir vazodayım şimdi. herkes bana bakmıyor ama olsun.