Ægroto dum anima est, spes est. (Erasmus, Adages, 2.4.12)

12 Mart 2010 Cuma

yarının bugünden ve hatta dünden farkının olmaması

akşamın altısında eser miktarda karbon monoksit soluyarak uyandım odamda, rutinliğin zehirlediği yaşantımda, yorganı kaldırmaya bile cüret edemedim, telefonuma uzanırken. ayrıldığım, kırgın olduğum birinden gelen üç satırlıkmesajı okumadım; rtinliğim bozulmasın diye, gözlerimi tekrara kapadım, odanın içindeki baskın hava dayanılcak gibi değildi, kalktım bir duş aldım, soğuk suyla, en sert parçayı açtım arşivimden, bir bardak sade kahveyle uyanışımı tamamladım.

"yalnız mısın sende, sensiz gecelerde, hiç düşündün mü, naparım diye..."

facebook'ta, twitter'da, sözlükte, friendfeedde ve forumda hesaplarımın hepsini açarak yalnızlığımı tamamladım. ama üç satırlık mesajını okumadım, kim ne demiş hakkımda, ne yazılmış, gene kim kimi kesmiş, kavga var mı, bir arkadaşım bir kıza abayı yakmış filan fıstık. anlayacağın bir nane yok. yazacak güzel bir konu bulmak için ilhamımı araken, arşivden soft bir parça geliyor, sigaramı yakıyorum, cereyan var odanın içinde, duman dışarı direk çıkış yapıyor, belki de bu yüzden düşüncelerimi toplayamıyorum, akıp giden hava düşüncelerimi de götürüyor. kalkıp ccamı sertçe kapattım. karşı camdan bakan teyze sert bir bakış fırlattı bana, cevaben perdeyi çektim.

rutinliğimi kaybetmemeye niyetliydim, üçüncünün ardından beşincisini ardından dördüncüsünü yaktım sigaramın, aşık olmak için henüz çok gençtim, bunu 21 yaşında anlamak ise tek kelimeyle talihsizlikti. son derece iyi yalancılardan son derece iyi yazarlar oluyordu her zaman, yaşamadıklarını anlatmak herkesin harcı değildi çünkü ve hiç kimse onlara kızmıyordu yalanlarından dolayı...

"korktum aramaktan, başkası çıkar diye..."

odamın kapısı sessizce açıldı, çok da umrumda değildi kimin geldiği, bişey alıp çıkacaktı mutlaka, en azından öyle düşünüyordum, bana baktıktan sonra yüzünde bir iğrenme ifadesi belirdi. tek başına masanın yedide beşini kaplıyordum, dağınıklık dizboyuydu, bir köşede cd le, bir köşede eşyalar, ütülenecekler filan, tek düzenli olan şey bilgisayarımın masaüstüydü.

- biraz kendini topla, aa mesaj gelmiş okuyorum...

hayır diye bağırdım içimden, okuma diye bağırdım ama zaman öyle bir yavaşladı ki, sesim o yavaşlıkta yavşakça kayboldu. gecelere ve yalnızlığıma dahi küsüp kendimi yaşadığım onca günden sonra, benliğimden taşmama çok ama çok kalmışken yapılmış bir suikastti bu bana. elim uzanırken telefona, arkadaşın telefonun üzerindeki tuşlara basma sesleri kulağıma kadar geliyordu, vaktim giderek azalıyordu ama elim yetişmiyordu, yoksa uzatmıyormuydum hatırlamıyorum,

"istabulda boğazdayım, sessiz ve sensizim, eşyalarını almaya gelme lütfen, anıların yanımda kalsın hep, görünce ara..."

rutinliğimin bittiği, tek kabimin çok rahat attıpı o günler geride kalmıştı o andan sonra, arkadaşım arkasını dönüp çıkarken, dökülen saçlarıma bakıyordum. olanlar oldu, bugünlere geldim:

üç satır; deli gibi seven birisi için "bitmek" veya "bitirilmek"tir.

0 yorum:

Yorum Gönder