Ægroto dum anima est, spes est. (Erasmus, Adages, 2.4.12)

25 Mart 2010 Perşembe

ne dualar kurtarır bizi ne de zaman


kimse sandığım kadar masum kalmadı...

araba son sürat olay mahaline doğru ilerken düşündü; bu seneki üçüncü inthar girişimiydi bu. noluyor bu millete diye içinden geçirirken, köşeyi dönmüştü ve aniden frene bastı. serseri bir tinerci, az kalsın eziliyordu arabanın altında. sağlam bir küfür savurduktan sonra, vitesi bire alıp devam etti. akşam yemeği zevkinin içine tüküren şu iti indirdiği zaman nehrin üstündeki köprüden, merkezde sağlam bir dayak atacaktı. hanımı mızmızlanıp duruyordu: "25 sene oldu hala bırakmadın şu işi, ne gecen belli ne gündüzün..."

bunları düşünmeyerek olay yerine vardığında, bölgeye ilk intikal eden polislerden durum raporunu aldı arabasından çıkmadan, 22 yaşında bir kızdı intihar etmekte olan. allah'tan irem bugün arkadaşlarında diye iç geçirdi. kızı silahlara çok düşkündü, kendisine benziyordu bu yönüyle. bu genç kızı da buradan kurtarmak lazımdı, sonra da gece boyu sürecek olan evrak işleri filan. tüm bunları içinden geçirirken, müdürüm diye bir ses geldi ilerdeki polislerden. hemen arabadan çıktı, koşar adım intihar eden kızın etrafındaki kalabalığa karıştı. ite kaka geçti milleti, en öne geldi.

ne dualar kurtarır bizi ne de zaman, unutabilmek gerek bazen ağlamadan...

kapşonlu kırmızı bir giyecek vardı üzerinde kızın. kapşonu gözlerine kadar çektiğinden yüzü gözükmüyordu, giyisinin iki kolu da dirseklerine kadar sıvanmıştı. her iki kolunda da dirseklerinin altından bileğine kadar düzenli bir şekilde kesilmiş dört adet kesik vardı, mükemmel bir pararlellikte. kanlar sürekli damlarken kesiklere dikkatlice baktı, son derece dikkatli atılmıştı, beklenirse insanı üç saat içinde öldürebilirdi. yavaş bir ölüm, fazla acı hissetmeden, beşir fuat gibi. kızın her iki elinde de birer silah vardı, gümüş desert eagle yazılarının üzeri kanla kaplanmıştı ama seçilebiliyordu, israil yapmı silahın işlemeleri oldukça etkiliydi, farkedilememesi imkansız diye düşündü. ellerinin kemikleri belli olacak denli zayıftı kız, fazla dayanmaz hemen birşeyler yapmamız lazım diye düşündü.

bir polis memuruna gözüyle işaret etti, polis kıza doğru yaklaşınca, kız sol elini havaya kaldırıp bir el ateş etti, kalabalık geri çekilmek için birbirini ezdi, işaret ettiği polis de geri çekilmişti, ama kızın teni soluklaşmaya başlamıştı, belki yarım saat bile dayanamayacaktı. basın gelmeye başlamıştı, bir bu eksikti diye düşündü, flaşlar ardı sıra patlarken, iki tane polis memuruna işaret etti, polisler yaka paça uzaklaştırdılar. kız iki eilini de havaya kaldırıp ateş etmeye başladı, toplam dört el ateş ettikten sonra durdu.

üryan geldim, üryan giderim...

artık vakti gelmişti. başındaki kapşonu çıkardığında, karşısında babasını görmüştü, ama bun atepki verecek kadar güçlü değildi, yağmur da başlamıştı. kollarından akan kan yerde ufak çaplı bir birikinti oluşturmuştu ve oluklardan nehre doğru akıyordu. karşısında babası donakalmıştı, oysa o haberi yarın gazetelerden okurlar diye ümit ediyordu. babası kızımmm! diye koşmaya başlayınca bir el ateş etti önüne doğru büyük bir soğukkanlılıkla, bu iş burada bitecekti, bu gece sondu. babası bacağını sıyırmıştı kurşun, onun tanıdığı elini tutup gezdirdiği kız değildi artık, bambaşka biriydi. ercan'ı düşündü, basit bir aşı sonrası emboliden hayatını kaybeden, gerçi o hemşireyi de buraya gelmeden haklamıştı, yaşamasının bir manası yoktu artık.

gözleri bulanıklaşmaya başlamıştı artık, durgun nehire damlayan kanının kızıllığı ile nehrin yeşile çalan rengi oldukça güzel bir ikili oluyordu. babası neden diye sormaya kalkınca bir el daha ateş etti, sorular anlamsızdı bugün, cevaplar gereksizdi. vakit geldi diye düşündü, iki silahıda başının iki yanına doğru dayadı, yağmur iyice şiddetlenmişti, ne yapacağını anlayan babası bacağına ona doğru koşmaya başlamıştı. güle güle baba dedi sadece onun duyabileceği bir sesle, sonra tetiklere bastı ve gözleri karardı.

aldırmazsan aldırma, o zaman kendini kandırman gerek...

hayıııırrr diye bağırmıştı başkomiser, ama silahlar yağmurdan dolayı ateş almamıştı, ve kız da kan kaybından dolayı düşmüştü, ölmemişti. en azından öyle ümit ediyordu, ölmemeliydi biricik kızı. gözyaşları içinde nabzını kontrol etti, zayıf da olsa bir nabız vardı, ama yaralar çok derindi ve kan akmaya devam ediyordu, alelacele ambulans ekibini çağırmıştı ama onlar çoktan o tarafa doğru gelmeye başlamışlardı bile. hemen kızı sedyeyle ambulansa aldılar, yaraları bir yandan tamponlarken, bir yandan da sürekli nabız ölçüyorlar ve serum bağlamaya çalışıyorlardı. ama durum kötüydü. gözü yaşlı baba kızının elini sımsıkı tutuyordu, ellerine bulaşan kana aldırmıyordu.

yaşam destek ünitesi kesik kesik ötemeye başlayınca son sürat giden ambulansta, babayı bir kenara iten doktor, kalp masajı yapmaya başlamıştı, ama fayda etmiyordu. nabız yok diyen hemşirenin ardından pedallar diye bağırdı doktor, cihaz hemen gelmişti, zaman gittikçe azalıyordu, beyne bir dakikadan fazla bir süredir oksijen gitmiyordu.
- şarj oluyor--- hazır!

şok verilmişti ama hala nabız yoktu, tekrar verildi şok, tekrar ve tekrar. baba gözyaşlarını tutamıyordu artık. doktor pedalları bıraktıktan sonra saatine baktı ve hemşireye döndü:

- ölüm saati: 00:00. sebep: kan kaybına bağlı oluşan aritmi ve kalp krizi.

durum raporu:

köprüdeki kanın yağmurla temizlenmesi: yaklaşık yarım saat,
raporun hazırlanmasıve evrak işlerinin halledilmesi: yaklaşık bir gün,
gazetelerin olaya ilgisi: yaklaşık üç gün,
insanların hatıralarından bu görüntünün çıkması: yaklaşık iki hafta,
babanın bacağındaki sıyrığın fiziksel iyileşme süresi: yaklaşık üç hafta,
babanın kalbindeki yaraların kapanması: öngörülemez.

dosya kapandı.

0 yorum:

Yorum Gönder